Zülfü Livaneli Volgorde van de boeken

A literary tour-de-force, this vivid account of an infamous Ottoman sultan’s life in exile is also a powerful indictment of the hypocrisies of the West, from the internationally bestselling author of Disquiet. Abdülhamid II ruled the Ottoman Empire for thirty-three years, from 1876 to 1909, when he was deposed following the Young Turk Revolution and sent into exile in Thessaloniki. Now, more than a century after that fateful night of April 27, Zülfü Livaneli brings to life the fascinating later days of the overthrown sultan, who precipitated the empire’s collapse. Based on the memoirs of Atıf Hüseyin Bey, personal physician to Abdülhamid and his entourage in exile, this vibrant historical novel explores the nature of power while painting a nuanced psychological portrait of the man who oversaw progressive reforms yet became known as the “Red Sultan” for the Armenian massacres during his reign.

In this humane, affecting tale of a Turkish couple who lose their child and find another, the internationally bestselling author of Disquiet explores the ethical questions surrounding immigration. Fisherman Mustafa and his wife, Mesude, are devastated with grief for their son Deniz, who was lost at sea at seven years old. One day, Mustafa discovers the bodies of a woman and man in the water, likely refugees from Syria, Pakistan, or Afghanistan drowned as they attempted to reach Greece. Nearby, he also finds a baby boy, tied to a small inflatable boat and miraculously alive. Mustafa and Mesude at first welcome the child as a precious gift, a second Deniz, but when a woman appears, claiming to be his mother, they must make a painful decision. Through their heart-wrenching story, Zülfü Livaneli sensitively evokes the struggles of migrants seeking a safer life in unknown, often hostile lands. In the process, he elucidates the history and culture of the Aegean, and the ecological destruction wreaked by corporations in the region.

Als Mustafa beim Fischen ein Baby entdeckt, das von einem Flüchtlingsboot in der Ägäis stammt, ändert sich alles für ihn und seine Frau Mesude. Anstatt das Kind den Behörden zu übergeben, versteckt Mustafa es. Doch die Frage bleibt: Was, wenn die Mutter noch lebt? Der Roman behandelt die Themen Elternschaft und existenzielle Herausforderungen. Mustafa und Mesude leben in einem kleinen Dorf und verdienen ihren Lebensunterhalt mit Fischfang. Seit der tragischen Ertrinkung ihres Sohnes Deniz ist ihr Glück rar geworden. Eines Morgens sieht Mustafa die Leichen zweier Menschen, die auf dem Weg nach Europa ums Leben kamen, und rettet ein lebendes Baby aus einem Schlauchboot. Obwohl sie wissen, dass sie das Kind offiziell melden müssen, setzt sich vor allem Mustafa dafür ein, das Baby zu behalten. Zülfü Livaneli erzählt eindrucksvoll und poetisch von einem menschlichen Drama und der tiefen Bedeutung elterlicher Liebe. Livaneli, ein bedeutendes Universalgenie der türkischen Kultur, verbindet in seinen Werken Poesie und Musik auf einzigartige Weise. Sein neuestes Buch ist ein wertvoller Beitrag zur Literatur und ein Glücksfall für Leser.

"From the internationally bestselling author of Disquiet, a brilliant political allegory that vividly illustrates how capitalism and authoritarianism harm us and the environment. A retired General-the leader of the latest military takeover-moves to a peaceful island and decides to rid it of what he sees as its last remaining "anarchic" components. The island, described by its people as a utopia, the last peaceful resort for mankind, morphs into dystopia when the General, in the hope of bringing order to the island life, begins to act more and more like a dictator. The first ones to revolt against the General are the seagulls. Originally written in 2008 as a condemnation of the authoritarian Turkish regime, The Last Island has only grown more relevant, foreshadowing the events and aftermath of Istanbul's bloody Gezi Park/Taksim Square political protests of 2013, as well as the protest movements of our time"-- Provided by publisher

"From the internationally bestselling author of Serenade for Nadia, a powerful story of love and faith amidst the atrocities committed by ISIS against the Yazidi people. Disquiet transports the reader to the contemporary Middle East through the stories of Meleknaz, a Yazidi Syrian refugee, and Hussein, a young man from the Turkish city of Mardin near the Syrian border. Passionate about helping others, Hussein begins visiting a refugee camp to tend to the thousands of poor and sick streaming into Turkey, fleeing ISIS. There, he falls in love with Meleknaz-whom his disapproving family will call "the devil" who seduced him-and their relationship sets further tragedy in motion. A nuanced meditation on the nature of being human and an empathetic, probing look at the past and present of these Mesopotamian lands, Disquiet gives voice to the peoples, faiths, histories, and stories that have swept through this region over centuries"-- Provided by publisher

Zülfü Livaneli, zengin bir insan panoramasıyla İstanbul'un derinliklerine inerken şehrin büyülü, ama bir o kadar da acımasız atmosferiyle buluşturduğu okuru sıra dışı yolculuğa çıkarıyor. 2014 yılı Aralık ayının son günleri… Yedi yıldızlı Konstantiniyye Oteli'nin açılış günü ve erken bir yılbaşı kutlaması… İstanbul'un seçkin, kalburüstü simaları, Sultanahmet'teki eski Bizans sarayının kalıntıları üzerine yapılan otelde bir araya geliyor. Aralarında kimler yok ki? Politikacılar, belediye başkanları, Amerikan büyükelçisi, Fener Rum patriği, ünlü gazeteciler, gazete patronları, televizyon "yıldızlar"ı, eski ve yeni zenginler, büyük işadamları… İstanbul'un yüzlerce yıldır yeraltında yatan ölüleri de davete çağrılmadıkları halde arzı endam etmekte sakınca görmeyip bu cümbüşe dahil oluyorlar. Ve elbette, bir otelin olmazsa olmaz çalışanları, garsonları, komileri, güvenlik görevlileri… Velhasıl Konstantiniyye Oteli, aslında binlerce yıllık koskoca bir şehir olarak çıkıyor karşımıza. Değişen, dönüşen, ama barındırdığı şiddet nedense aynı kalan bir şehir…

Livaneli'den alegorik ve sarsıcı bir roman... Darbeci bir başkan, emeklilik yıllarını geçirmek üzere, herkesin her şeyiyle hoşnut olduğu cennet bir adaya yerleşir. Başkan, ruhuna dek işlemiş olan yıkıcılık potansiyelini, geçmiş politik gücünden de yararlanarak kullanmaya kararlıdır. Bu doğrultuda tüm adayı etkileyecek müdahalelere girişir. Önceleri sıradan görünen bu müdahaleler, sonunda düşmanı düşmana kırdırmaya dek varacaktır. Başta martılar olmak üzere, ada halkı dahil tüm canlılar Başkan'ın acımasızlığından payını alacaktır. Bu arada durdurulamaz görünen bu gidişe direnen bazı sesler de vardır. Livaneli Son Ada'da, düşsel bir ülkede yaşanan aslında hepimizin aşina olduğu olayları alegorik bir anlatımla verirken, politik ve kişisel ihtiraslarla topluma ve doğaya müdahalelerin sonuçlarını da gözler önüne seriyor.

Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir. Kardeşimin Hikâyesi aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız. Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadenizin lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.''